Cahiller Türkiye’ye tatile geldiler

Cahiller Türkiye’ye tatile geldiler

İki yıl aradan sonra döndüğümüz memlekette bir anlamda nirengimize kavuştuk. Bizden ne gitmiş, ne kalmış, ne değişmiş, memleket nasıl anladık.

Yazı: Maral Ceranoğlu Fotoğraflar: Uğur Yavaş – Maral Ceranoğlu
Teknede ayakta pek durulmuyor. Ya oturur halde ya da diz üstü geçen serüvenimizde daha çok eğilmek, bükülmek ve küçülmek üzerine bir hayatımızı var. Yayılmak ve uzanmak ise koltuğa mahsus. Mutfakta yemek pişirmenin dışında yalın ayak gezinmek gibi bir kavram hayatımızdan çıkmış. Tabii biz bunu evlerde yalın ayak geçen, yaşam alanındaki mesafelerin 1-2 metreden 30-40 m’ye çıktığı son bir ayda fark edebildik. Nasıl fark ettiniz diye sorarsanız, ikimizin de topuğunda katlanılması zor ağrılar başlayınca… Uğur bir süre parmak ucunda yürüyebildi, bense terliksiz adım atamamaya başladım. Şu aralar bu geçiş dönemini atlattığımız için daha rahatız. Ama elde çamaşır yıkamaya alışmış ben, susadığımda mutfağa kadar yürümeye ya da yatak odasında bir şey unuttuğumda geri dönmeye alışamadım. Tahmin edersiniz toprağa yalın ayak basmakla taşa basmak arasında oldukça fark var.

SALLANTI DURDUĞUNDA
Teknede yaşarken karaya bağlıysak yürümek ve sandalyede oturmak alışık olduğumuz durumlar. Ancak koltukta oturmak ve uyumak bizim için denizin üstüne mahsus. İşte bu yüzden memlekete gelip de ilk kez koltukta oturduğumuzda ya da uyuduğumuzda “Kara tuttu” desek yeridir. Koltuğa oturduğum anda hafif bir salınım hissettim, keza yatakta da. İlk birkaç gün uykuya dalmakla ilgili sorunlar yaşadık. Tabii iki yıldır yaşadığımız altı saatlik fark da uykuya dalışımızı etkilemiş olabilir. Şimdi ise merak ettiğim konu, deniz tutmasından muzdarip biz iki cahili döndüğümüzde bir mide bulantısı bekliyor mu, beklemiyor mu? Onu da önümüzdeki aylarda göreceğiz.

Maral Çıplak Aykalar Kumpanyası'nda ders verirken
Maral Çıplak Aykalar Kumpanyası’nda ders verirken – Cahil Cesareti


HASRETİN IŞIĞINDA TÜRKİYE’NİN HİSSETTİRDİKLERİ

Memleketten uzak kaldığımız yıllar boyunca gündemi internetten takip ettik. İnsanlarla telefonda konuştuğumuzda yurdumuzun nabzını tuttuk. Yine de buraya gelince ne düşüneceğimizin merakı içindeydik. İspanyolca bilmediğimizden, genelde sokakta geçen konuşmaları takip etmiyoruz, anlamıyoruz. Ama Türkiye’ye geldiğimiz andan itibaren tanık olduğumuz her konuşmayı dinledik, kulak kabarttık. Bir süre sonra herkesi dinlemenin ve anlamanın verdiği yorgunluğu anlatamam. Geleli henüz birkaç hafta olmuştu ki bir gün içinde bulunduğum sıcak arkadaş sohbetinden “Kusura bakmayın, ama kelimenin tam anlamıyla kafam şişti” deyip ayrılmak zorunda kaldım. Kimseyi dinleyemez olmuştum, karşımdakinin gözlerine bakmayı sürdürebilsem bile dinlemeyi sürdüremedim. Bir süre sonra bu duruma alışsam bile sözlü ifademin ne kadar sınırlandığına tanık oldum. Malum bir tek Uğur’la Türkçe konuşuyoruz, meğer neredeyse ikimize has bir dil oluşmuş. İnsanları anlamadığımız, kendimizi ifade etmekte yetersiz kaldığımız, konuşulan dili anlamıyormuşçasına bir durumda kaldığımız bir dönemden de geçtik.
Geleyim memleketin haleti ruhiyesiyle ilgili gözlemimize. İtiraf edeyim, tanık olduğumuz korkutucu darbe girişimine rağmen memleketin hali bize dışardayken göründüğünden daha iyi göründü. Oradan bakıldığında birbirinden ayrışmış, düşmanlık duygularının ağır bastığı bir toplum görüntüsü vardı. Fakat geldiğimizde gördük ki esnaf, dostlar ve hatrı sayılır bir kalabalık kendini var olan tarafların dışında tutarak durumu değerlendiriyor, yoğun şikayet konuşmaları dışında herkesin keyfi yerinde, gönlü de herkese açık.

Yazının devamı Eylül 2016 sayımızda..

Dergimize Abonelik Merkezi web sitesinden hızlı ve kolayca abone olabilirsiniz.