Parkurların atom karıncası: Merve Taştaban

Parkurların atom karıncası: Merve Taştaban

Hem başarılı bir yelken yarışçısı, hem de mücevher tasarımcısı olan Merve Taştaban ile yelken tutkusunu ve denizden ilham aldığı tasarımlarını konuştuk.

Röportaj: Osman Uğur

Merve Taştaban, yelken camiasının sevilen isimlerinden. Shaker ve Team Linea Rossa Rapsodi ekiplerinden sonra Team Spirit ekibiyle yelken yarışlarına devam ediyor. Bir mücevher tasarımcısı ve Mulier Jewellery markasının yaratıcısı Taştaban, 2006’dan beri parkurlarda. Yarış sırasında başüstünde balon toplarken izleyenleri, karada ise birbirinden estetik tasarımlarıyla mücevher severleri heyecanlandırıyor.

Yelkene ne zaman nerede nasıl başladınız?
Yelkenle maceram 2015 yılında İzmir körfezinde ön eğitimlerle başladı. Yarış eğitimi ve ileri yelken eğitimlerimi Çeşme’de tamamladım. Çocukluğum Antalya ve Ayvalık kıyılarında geçtiği için özellikle yaz ayları denizde çok vakit geçirdim. 20’li yaşlar hem okul telaşı hem de iş edinme serüveniyle geçtiğinden hobilerime pek vakit ayıramadım. Sık görüştüğüm yakın çevremde yelken yarışçısı olan ve iş hayatımdaki sevdiğim insanlar beni yarış hayatına sürükledi. Tekneye ilk kez bindiğimde “hemen yelken yarışçısı olmalıyım” dediğimi hatırlıyorum.

Yarışlarda nerede görev alıyorsunuz?
Başüstüyüm fakat bu soruya asıl cevabım “her işi yaparım” olacak. Çünkü yelken yarışçısıyım diyebilmek kolay bir şey değil. Bana göre eşit görev dağılımı ve güç gerektiriyor. Takımda üç kadınız ve her işi yapabilme gayretindeyiz. Başüstü hem tekneden bağımsız hem de tüm takıma bağlı dümenden sonra en kritik yer, dolayısıyla küçücük bir detayı görmemeniz size saniyelik farklarla yarışı kaybettirebilir. Bu görevi kendi işimle bağdaştırıyorum. Madeni elde işlemek çok detaylı ve el becerisi isteyen bir iş. Bir detayı atladığınız zaman tamamen geri dönerek ürünü tekrar yapmak zorunda kalabilirsiniz.

Uzun zamandır yarışıyorsunuz, unutamadığınız anınız var mı?
Çok var aslında ama en unutamadığım pandemi öncesi Yunan adalarında bir yarışa katılmıştık. Çok yorucu geçen bir yarışın ardından tekneden indik ve otele giderken bir köpek üstümüze doğru koştu ve panikle kaçmaya çalışırken düştüm. Sırtım ve sol bacağımda yaralar oldu. Bir gün sonra tekrar offshore yarış vardı ve başüstündeydim. “Yaraya tuz basmak” deyimini o gün gerçek anlamda yaşadım. Sanki önceki gün başıma bir şey gelmemiş gibi yarışa devam ederken balonu netalamak için baş tarafa gittiğim sırada bir halattan kendimi kurtaramayıp acı ve korkuyla takım arkadaşlarımdan destek istedim. Geriye bakınca köpekten kaçışımı değil de mücadeleyle geçen beş günü, birbirimize görünmez iplerle bağlı olduğum ve çok sevdiğim takımımı hatırlıyorum.

Mücevher tasarımına ne zaman nasıl başladınız?
Lise yıllarımda kendime aksesuar ve takı yapmak en sevdiğim hobimdi. Mücevher üretimiyle 2006 yılında İzmir’de altın ve değerli taşlarla çalışan bir atölyede tanıştım. Üniversitemin zorunlu stajında öğrenci olarak girdiğim işte tam zamanlı çırak oldum. Severek çalıştığım atölyede staj süremin dışında da vakit geçirerek işi daha çabuk öğrendim. Hem okuyup hem çalışmam bana iş hayatımda muazzam deneyimler kazandırdı.

Deniz ve yelken temalı tasarımlarınız var mı?
Elbette, insanlar tutku duydukları herhangi bir şeyi vücudunda taşımayı çok seviyor. Annelerin çocuk sevgisi, sevgililerin aşkı gibi… Benim için de tutku haline gelen yelken sevdam, zamanla tasarımlarımda dile geldi. Takıyı da çok sevdiğimden sırf denizde var olduğu için yosunları kulağıma takabilirim.

Neden hikâyesi olan mücevherler?
Taktığım takıları her kadın gibi yıllarca takabilmeyi istiyorum. Herhangi bir anının takıya dönüştürülmesi fikri, yelken yarışçısı olarak gittiğim Malta seyahatimde oluştu. Ve böylece “hikâyesi olan mücevherler” projemiz hayat buldu. Çakıl taşlarını mücevherle birleştirmek fikri kulağa çılgınca gelebilir fakat deniz tutkusu sanırım böyle bir şey.