Beş yaşındaki Sosuke, sevdiği uğruna insan olmak isteyen japon balığı ve aralarındaki doğaüstü bağlılığı anlatan Ponyo’yu izlediyseniz bu sayfalarda biraz soluklanın. Miyazaki’nin olağanüstü çizgilerle yansıttığı sualtı dünyası, gerçekte daha da dehşet verici. Hele de tropik denizlerde…
Yazı: Banu Tekin
Ben dalışa çok geç başladım. Henüz sekiz sene oldu. Deniz hep vardı hayatımda ama daha çok tekneyle gezme, midye çıkarma, kayalarda ahtapot dövüp köpürtme tadındaydı. Dalışla tanışınca dünyam iki katına çıktı. Artık her sene tatillerime dalış ekliyorum. Veya bazen sadece dalış için gidiyorum. İlk dört sene Türkiye’nin denizlerini keşfettim. Sıra dünyanın geri kalanına gelince karşıma çıkan ilk fırsatı değerlendirerek Küba’da daldım. Sonrasında Mısır (Şarm El Şeyh), Mauritius ve son olarak Filipinler. Daha Raja Ampat, Sipadan, Büyük Bariyer resifi ve bir dolusu daha var. Şimdilik bunları anlatayım. Tropik denizlerde dalış yapmak için nerelere gitmeli? Nerede dalmalı? Ne beklemeli?
Küba
Suyun altındaki son cennet
Tam beş sene hayalini kurdum bu ülkeye gitmenin. Castro ölmeden, ülke tamamen değişmeden, 1950’deki haliyle göreyim diye. O beş sene içerisinde dalış da öğrendim. Hatta tutkunu oldum. Küba’ya giderken nerede dalarım diye epey araştırdım. Çok turistik olduğu için Varadero’yu pas geçip izin alabildiğim her yerde daldım. Ve evet, yanlış okumadınız, dalış için izin almanız lazım. Dalış okulları belli sayıda dalıcıyı alıyor. Castro sınır koymuş. Benim dikkatimi çeken her dalışta onlarca aslan balığı görmek olmuştu. Balıklardan sakınmak için özen göstermek gerekiyor. Şu sıralar sayısı çok arttığı için öğle yemeğinde teknede ızgarasını yapıp servis ediyorlarmış. Bir de maskem ısrarla buğu yapınca hocayla dalış sırasında maske değiştirdik. Benim maskemi yumuşak mercanla temizlemişti. Gözlerime inanamamıştım.
Yazının devamı Ağustos 2016 sayımızda..